Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Peki, nedir bu şüphe? Şüphe hayal kurma, rüya, akıl yürütme gibi bir düşünme biçimidir ve dört çeşittir.
Bizim yukarıda verdiğimiz örnekler sıradan(adi) şüphedir. Sıradan (adi) şüphe bireylerin gündelik yaşamdaki olaylarla ilgili olarak duydukları şüphedir. Kocasının eve geç kalmasından şüphelenen bir bayanın düşüncesi, bir arkadaşımızın hakkımızda dedikodu yaptığını zannetmemiz, bir şeyimiz çalındığında bazı insanlardan kuşku duymamız gibi birçok örneği daha bu şüphe çeşidi ile ilgili olarak gösterebiliriz.
İkincisi İlkçağ’da birer felsefi akım olarak ortaya çıkan Sofistler’de ve Septikler’de görülen şüphedir. Doğmatizm’e bir tepki olarak doğmuşlardır. Bunlardan bilhassa Septikler’deki, insan bilgisi ve hakikatle ilgili olarak ortaya konulmuş olan kesin bir şüphenin ifadesidir. Mesela Septik filozof Pyrron’a göre “Gerçekte hiçbir şey, ne güzeldir ne de çirkindir. Ne doğrudur, ne de yanlıştır. Her şey insanların kabullerine ve törelere dayanır. Bu nedenle nesnelerin ne olduğunu bilemeyiz.” Fazla felsefi terimlerle sizi yormadan şunu da ekleyelim: Septikler bu aşırı şüphecilikleri sonunda “insanların yargı vermekten bile kaçınmaları gerektiğini” söylemişlerdir.
Üçüncüsü bilimsel şüphedir. Sofist ve Septiklerin Doğmatizm’e karşı insan zihnini uyarması bilimsel şüpheyi hazırlamıştır. Bilimsel şüphe, bilimle uğraşan bir insanın hakikati bulmasını, hataya düşmemesini sağlar. Bilim adamı araştırmasını yaparken ortaya attığı açıklamalardan ve hipotezden şüphe eder. Ama deney bunları doğrularsa, bu açıklamalar kanun halini alır ve şüphe ortadan kalkar. Bilimsel şüphe, hakikate ulaşmak için bilim adamı tarafından bir “araç” olarak görülürken İlkçağ şüphecilerinde bir “amaç”tır. Çünkü onlar “şüphe etmek için“ şüphe etmişlerdir.
Dördüncü ve son olarak da Descartes(Dekart) ve Hume(Yum)’da görülen metotlu şüphe vardır. Descartes ve Hume şüpheden faydalanarak akıl yürütme yoluyla birtakım doğrulara, hakikatlere ulaşmışlardır ki onların başvurdukları bu yola metotlu şüphe denilmektedir. Gene fazla detaya girmeden kısaca şunu da söyleyelim: Mesela birçoğunuzun duyduğunu zannettiğim Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözü bu metotla varılan bir sonuçtur.
Şüphelerimizin bize, çevremize ve insanlığa zarar vermemesi dileğiyle….
İşgalin ölçüsü, istemin içinde olmayıp, alanın ve sayının değişen koşullannın içinde olduğu için, mülkiyet oluşamaz....Yararlı bir yabandomuzu gibi bu alanda yeniden mülk sahibi geri döner: korkunç bir heyecanla, işgal etmekten daha fazla şeyler yaptım, diye bağırır, çalıştım, ürettim, iyileştirdim, değiştirdim, YARATTIM.... Mülk sahibi çalışsın öyle mi? O halde neden ilk işgalden sözediyorsun?... Çalıştın! Ama, görevinin seni zorunlu kıldığı çalışma ile ortak şeylere sahip çıkma arasında ortak olan ne var? Havanın ve doğanın alanı gibi, toprak alanının zamanaşımı ile ele geçirilemeyeceğini bilmiyor musun? Çalıştın! Başkalarını hiçbir zaman çalıştırmadın mı? O halde, onlar için çalışmadan kazanmayı bildiğin şeyi onlar senin için çalışırken nasıl kaybettiler?
Diyelim ki kapitalist işçilerin günlerinin bedelini ödedi, doğru olmak için, kapitalistin işçilerden kullandığı her günün kullandığı kadar bir günlüğünün bedelini ödediğini söylemek gerekir, bu, hiçbir şekilde aynı şey değildir... İki yüz asker birkaç saatte Louqsor dikilitaşını kaidesine oturtmuştur; bir kişinin iki yüz günde bu işi yapabileceğine inanabilir miyiz? Bununla birlikte, kapitalistin hesabında, ücretlerin toplamı aynıdır. Tarıma açılacak bir çöl, inşa edilecek bir ev, işletilecek bir imalathane, yerleştirilecek bir dikilitaştır, yeri değiştirilecek bir dağdır. En küçük servet, en küçük kuruluş, en cılız sanayinin yoluna konması, aynı insanın yeterli olmayacağı çok farklı yeteneklerin ve çalışmaların bir katılımını gerektirmektedir.... Bireysel tüm çalışmalann bedelini ödediğiniz zaman, kollektif gücün bedelini ödemiş olmuyorsunuz; bundan dolayı, hiçbir şekilde kazanmadığınız ve haksızca yararlandığınız kollektif mülkiyetin bir hakkı her zaman kalıyor.
Buna rağmen bu akşam, tüm sınırlannı aştığı ve aşmak zorunda kaldığı öfkeye kendini bırakmıştı, çünkü ertesi gün, kahvaltıda, benim yanımda, efendimden özür dilemeye tenezzül etmişti.
—Ama evet, iğrençtim diye bir alçakgönüllülük sarhoşluğu içinde sözlerini yineliyordu. Bunu Louis'nin önünde ilan etmek istiyorum: bir ruhun hataya düştüğüne ve kendi kaybına doğru gittiğine inandığım zaman kendimi tutamıyorum.... Ama çabanın aşırılığı bu kadar şiddeti affettirmeye yetmemişti. İnsanın doğasını eğitmesi hiçbir zaman bitmezdi ve görünür bir tah¬minle, alçakgönüllüce benim ateşli bir yapım var, diye etkiliyordu. Dostum beni affetmelisiniz.
—Hayır, Madam Brigitte, diye karşı çıkıyordu M. Puybaraud. Karşımda küçülmenize dayanamam, buna layık değilim! Ama Madam Brigitte hiçbir şeyi duymak istemiyor ve davranışının sağladığı yararı korumak istiyordu: masraflar yapılmıştı ve kurbanını silahlarını ona teslim etmeye zorlayan ve kurbanının gözlerinde onu büyüten (mükemmellik kumaşına bir ilmik daha) bir alçalmanın en ucuna kadar gitmenin hiçbir sakıncası yoktu.
—Diğer taraftan Octavie ve sizin karşınızdaki davranışımla en ufak bir kin taşıyıp taşımadığımı değerlendireceksiniz.Bilinçli olarak size söylemek zorunda olduğuma inandığım şeyi söyledim. Şimdi, bitti, ikinizi de Tann'ya emanet ediyorum ve tuzaklarla ve korkarım yıkımlarla dolu yeni yaşamınızda benden daha güvenilir bir dostunuz olmayacaktır.
M. Puybaraud onun ellerini tuttu ve sevgiyle dudaklarına yaklaştırdı: Madam Brigitte olmadan ne olacaklardı? Octavie'nin okulda, kendisinin komitedeki durumu ona bağlıydı: söyleyeceği tek söz yeterliydi.... Birdenbire üzerinde hiçbir ifade kalmayan velinimetinin yüzünü dikkatle izliyordu. Brigitte Pan'ın sözleri belirsizleşti. Bizi hiçbir zaman terketmeyen ve en zor zamanlada, kendimizi terkedilmiş hissettiğimiz zaman bizi izleyen, kendimizi emanet etmemiz gereker Koruyucu'dan söz ediyordu. Ve M. Puybaraud kendi konusundan sözetmeye başlayınca, komitenin diğer üyeleri gibi "Konsey"de bir oyu olduğu için hiçbir şeye tek başına karar veremeyeceğini yineliyordu.
—Oh!Madam Brigitte,diye ısrar etti M.Puybaraud, bizim sorunumuzla bir ilgilenseniz... Ama bu sabah kayınvalidemin alçakgönüllülüğü üzerindeydi ve M. Puybaraud, Octavie'yc ve kendisine işlerinde destek olması için onun güçlü olmasını ne kadar çok istediyse, Brigitte Pan o kadar siliniyordu ve kaybolmaktan ve yokolmaktan o kadar çok sevinç duyuyordu.
Tarih: 2019-06-11 23:31:47 Kategori: Felsefe
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Felsefi Deneme Örnekleri Nedir
Şüphe
Çok mu şüphecisiniz. Her şeyden, herkesten şüphe eder misiniz? Haksız yere bir insandan şüphelendiğinizde sonradan pişmanlık duyar mısınız? Şüphenin bazen dostlukları bozduğunu, yuvaları dağıttığını; kavgalara, yaralanmalara hatta ölümlere yol açtığını biliyor musunuz? Paranoyak dediğimiz akıl hastalığının en başta gelen özelliklerinden birinin “aşırı şüpheci”lik olduğunu söylesem şaşar mısınız?Peki, nedir bu şüphe? Şüphe hayal kurma, rüya, akıl yürütme gibi bir düşünme biçimidir ve dört çeşittir.
Bizim yukarıda verdiğimiz örnekler sıradan(adi) şüphedir. Sıradan (adi) şüphe bireylerin gündelik yaşamdaki olaylarla ilgili olarak duydukları şüphedir. Kocasının eve geç kalmasından şüphelenen bir bayanın düşüncesi, bir arkadaşımızın hakkımızda dedikodu yaptığını zannetmemiz, bir şeyimiz çalındığında bazı insanlardan kuşku duymamız gibi birçok örneği daha bu şüphe çeşidi ile ilgili olarak gösterebiliriz.
İkincisi İlkçağ’da birer felsefi akım olarak ortaya çıkan Sofistler’de ve Septikler’de görülen şüphedir. Doğmatizm’e bir tepki olarak doğmuşlardır. Bunlardan bilhassa Septikler’deki, insan bilgisi ve hakikatle ilgili olarak ortaya konulmuş olan kesin bir şüphenin ifadesidir. Mesela Septik filozof Pyrron’a göre “Gerçekte hiçbir şey, ne güzeldir ne de çirkindir. Ne doğrudur, ne de yanlıştır. Her şey insanların kabullerine ve törelere dayanır. Bu nedenle nesnelerin ne olduğunu bilemeyiz.” Fazla felsefi terimlerle sizi yormadan şunu da ekleyelim: Septikler bu aşırı şüphecilikleri sonunda “insanların yargı vermekten bile kaçınmaları gerektiğini” söylemişlerdir.
Üçüncüsü bilimsel şüphedir. Sofist ve Septiklerin Doğmatizm’e karşı insan zihnini uyarması bilimsel şüpheyi hazırlamıştır. Bilimsel şüphe, bilimle uğraşan bir insanın hakikati bulmasını, hataya düşmemesini sağlar. Bilim adamı araştırmasını yaparken ortaya attığı açıklamalardan ve hipotezden şüphe eder. Ama deney bunları doğrularsa, bu açıklamalar kanun halini alır ve şüphe ortadan kalkar. Bilimsel şüphe, hakikate ulaşmak için bilim adamı tarafından bir “araç” olarak görülürken İlkçağ şüphecilerinde bir “amaç”tır. Çünkü onlar “şüphe etmek için“ şüphe etmişlerdir.
Dördüncü ve son olarak da Descartes(Dekart) ve Hume(Yum)’da görülen metotlu şüphe vardır. Descartes ve Hume şüpheden faydalanarak akıl yürütme yoluyla birtakım doğrulara, hakikatlere ulaşmışlardır ki onların başvurdukları bu yola metotlu şüphe denilmektedir. Gene fazla detaya girmeden kısaca şunu da söyleyelim: Mesela birçoğunuzun duyduğunu zannettiğim Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözü bu metotla varılan bir sonuçtur.
Şüphelerimizin bize, çevremize ve insanlığa zarar vermemesi dileğiyle….
Mülkiyetin Adaletsizliği - P.J. PROUDHON
Ne çalışmanın, ne de yasanın mülkiyeti yaratamayacağını ileri sürüyorum.... [Yasa mülkiyeti, ilk işgal edenin hakkına dayandınyor Oysa]: İşgal yalnızca eşitliğe götürmez. Mülkiyeti engeller. Çünkü, her insan, varolması nedeniyle işgal etme hakkına sahip olduğu için ve yaşamak için bir sömürü ve çalışma maddesinden vazgeçemeyeceği için, diğer taraftan, işgalcilerin sayısı sürekli olarak doğumlar ve ölümlerle değiştiği için,her çalışanın hak olarak ileri sürebileceği maddedeki pay miktarı işgalcilerin sayısı gibi değişecektir; bundan dolayı,işgal her zaman nüfusa bağımlı olacaktır; nihayet hak olarak sahip olma hiçbir zaman değişmez kalamayacağı için, mülkiyet haline gelmesi olanaksızdır.... İşgal hakkı herkes için eşittir.İşgalin ölçüsü, istemin içinde olmayıp, alanın ve sayının değişen koşullannın içinde olduğu için, mülkiyet oluşamaz....Yararlı bir yabandomuzu gibi bu alanda yeniden mülk sahibi geri döner: korkunç bir heyecanla, işgal etmekten daha fazla şeyler yaptım, diye bağırır, çalıştım, ürettim, iyileştirdim, değiştirdim, YARATTIM.... Mülk sahibi çalışsın öyle mi? O halde neden ilk işgalden sözediyorsun?... Çalıştın! Ama, görevinin seni zorunlu kıldığı çalışma ile ortak şeylere sahip çıkma arasında ortak olan ne var? Havanın ve doğanın alanı gibi, toprak alanının zamanaşımı ile ele geçirilemeyeceğini bilmiyor musun? Çalıştın! Başkalarını hiçbir zaman çalıştırmadın mı? O halde, onlar için çalışmadan kazanmayı bildiğin şeyi onlar senin için çalışırken nasıl kaybettiler?
Diyelim ki kapitalist işçilerin günlerinin bedelini ödedi, doğru olmak için, kapitalistin işçilerden kullandığı her günün kullandığı kadar bir günlüğünün bedelini ödediğini söylemek gerekir, bu, hiçbir şekilde aynı şey değildir... İki yüz asker birkaç saatte Louqsor dikilitaşını kaidesine oturtmuştur; bir kişinin iki yüz günde bu işi yapabileceğine inanabilir miyiz? Bununla birlikte, kapitalistin hesabında, ücretlerin toplamı aynıdır. Tarıma açılacak bir çöl, inşa edilecek bir ev, işletilecek bir imalathane, yerleştirilecek bir dikilitaştır, yeri değiştirilecek bir dağdır. En küçük servet, en küçük kuruluş, en cılız sanayinin yoluna konması, aynı insanın yeterli olmayacağı çok farklı yeteneklerin ve çalışmaların bir katılımını gerektirmektedir.... Bireysel tüm çalışmalann bedelini ödediğiniz zaman, kollektif gücün bedelini ödemiş olmuyorsunuz; bundan dolayı, hiçbir şekilde kazanmadığınız ve haksızca yararlandığınız kollektif mülkiyetin bir hakkı her zaman kalıyor.
Erdemli Geçinme - FRANÇOİS MAURİAC
Madam Brigitte hiçbir şey duymak istemiyordu. Kırgındı ve gördüğü hakareti bağışlıyordu. Bu, yaptığı bir hatayı veya bir haksızlığı ona bildirmek zorunda olduklarını zanneden kişilere karşı her zaman uyguladığı bir tepkiydi: bunu kabul etmek ve göğsünü yumruklamak yerine, sol yanağını uzatıyor, bu şekilde yanlış tanınmayı ve suçlanmayı protesto ediyor ve tamamen üstünü örttüğü ve onun üzerinde çalışmaya hiç ara vermediği mükemmellik ve saygınlıkla sıkıştırılmış bu kumaşa bir ilmik daha ekliyordu. İnsanları öfkelendirme ve onları, Madam Brigitte'in kendi öz bilinci ve Tanrı karşısında yeniden ona avantaj sağlayan, kötü sözler söylemeye itme etkisi olan davranış.Buna rağmen bu akşam, tüm sınırlannı aştığı ve aşmak zorunda kaldığı öfkeye kendini bırakmıştı, çünkü ertesi gün, kahvaltıda, benim yanımda, efendimden özür dilemeye tenezzül etmişti.
—Ama evet, iğrençtim diye bir alçakgönüllülük sarhoşluğu içinde sözlerini yineliyordu. Bunu Louis'nin önünde ilan etmek istiyorum: bir ruhun hataya düştüğüne ve kendi kaybına doğru gittiğine inandığım zaman kendimi tutamıyorum.... Ama çabanın aşırılığı bu kadar şiddeti affettirmeye yetmemişti. İnsanın doğasını eğitmesi hiçbir zaman bitmezdi ve görünür bir tah¬minle, alçakgönüllüce benim ateşli bir yapım var, diye etkiliyordu. Dostum beni affetmelisiniz.
—Hayır, Madam Brigitte, diye karşı çıkıyordu M. Puybaraud. Karşımda küçülmenize dayanamam, buna layık değilim! Ama Madam Brigitte hiçbir şeyi duymak istemiyor ve davranışının sağladığı yararı korumak istiyordu: masraflar yapılmıştı ve kurbanını silahlarını ona teslim etmeye zorlayan ve kurbanının gözlerinde onu büyüten (mükemmellik kumaşına bir ilmik daha) bir alçalmanın en ucuna kadar gitmenin hiçbir sakıncası yoktu.
—Diğer taraftan Octavie ve sizin karşınızdaki davranışımla en ufak bir kin taşıyıp taşımadığımı değerlendireceksiniz.Bilinçli olarak size söylemek zorunda olduğuma inandığım şeyi söyledim. Şimdi, bitti, ikinizi de Tann'ya emanet ediyorum ve tuzaklarla ve korkarım yıkımlarla dolu yeni yaşamınızda benden daha güvenilir bir dostunuz olmayacaktır.
M. Puybaraud onun ellerini tuttu ve sevgiyle dudaklarına yaklaştırdı: Madam Brigitte olmadan ne olacaklardı? Octavie'nin okulda, kendisinin komitedeki durumu ona bağlıydı: söyleyeceği tek söz yeterliydi.... Birdenbire üzerinde hiçbir ifade kalmayan velinimetinin yüzünü dikkatle izliyordu. Brigitte Pan'ın sözleri belirsizleşti. Bizi hiçbir zaman terketmeyen ve en zor zamanlada, kendimizi terkedilmiş hissettiğimiz zaman bizi izleyen, kendimizi emanet etmemiz gereker Koruyucu'dan söz ediyordu. Ve M. Puybaraud kendi konusundan sözetmeye başlayınca, komitenin diğer üyeleri gibi "Konsey"de bir oyu olduğu için hiçbir şeye tek başına karar veremeyeceğini yineliyordu.
—Oh!Madam Brigitte,diye ısrar etti M.Puybaraud, bizim sorunumuzla bir ilgilenseniz... Ama bu sabah kayınvalidemin alçakgönüllülüğü üzerindeydi ve M. Puybaraud, Octavie'yc ve kendisine işlerinde destek olması için onun güçlü olmasını ne kadar çok istediyse, Brigitte Pan o kadar siliniyordu ve kaybolmaktan ve yokolmaktan o kadar çok sevinç duyuyordu.
Tarih: 2019-06-11 23:31:47 Kategori: Felsefe
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx